Osman Aydoğan


Almanya, acı dost! (4)


Almanya´nın yükselen gücünden kimsenin şüphesi olmazken Avrupa Birliği, iç güç dengelerindeki ve diğer büyük güçler ve devletlerle olan ilişkilerdeki davranış şekliyle ilgili olarak henüz tam olarak yerine oturmamış ve Avrupa Birliği´nin jeopolitik ilgileri henüz tam olarak tanımlanmamıştır. Maliye, ortak dış ve ortak savunma politikaları konularındaki problemlerini henüz çözemeyen Avrupa´da güçlü bir Alman desteği olmaksızın güçlü bir Avrupa Birliği´nden bahsedilemez. İtalyan yazar Angelo Bolaffis´in söylediği gibi Avrupa´nın kaderi yine Almanya´ya bağımlı hale gelmişti. İngiltere´nin AB´den ayrılmasının diğer nedenler yanında esas nedeni de AB´nin artan bir şekilde Almanya hegemonyasına girmekte olduğunun korkusu olduğu değerlendirilmektedir. Almanya ? Rusya ilişkileri ise tarihin hiçbir döneminde olmadığı kadar iyi durumdadır. Deli Petro zamanından beri devamlı savaşlara, ihanetlere ve derin ideolojik ayırıma rağmen Alman ? Rus ilişkileri sürekli gelişebilmiştir. Büyük Katharina zamanında binlerce Alman Rusya´ya göç etmişti. Marks, Engels, Tolstoy ve Pasternak bu karışımın bir ürünüydüler... Son kırk yıldan beri Almanya ve Rusya derinden birbirilerine bağlanmaktadırlar Rusya´nın da Avrupa politikasının merkezini ise Almanya oluşturmaktadır. Bu çerçevede Alman ? Rus tarihinin iki öğretisi vardır; Birincisi, Almanya´nın Rusya ile mümkün olduğunca iyi ilişkiler tesis ettiğidir. İkincisi ise, Almanya´nın mümkün olduğunca Rusya´yı Avrupa´dan uzakta tutmak istemesidir. Orta Doğu ve Kafkasya Almanya için bir güvenlik kuşağı teşkil etmektedir. Ortadoğu, Kafkasya ve Orta Asya´nın Alman jeopolitiği içerisinde düzenlenmesinde İran´ın ve Suriye´nin çok özel bir konumu vardır. Körfez´de ve özellikle İran üzerinde etki sahibi olmak Almanya için çok önemlidir. Bu nedenle Almanya İran´dan, Suriye´ye, Tunus´a, Cazayir´e ve Fas´a kadar olan bölgede aşırı da olsa İslami gruplarla hep yakından ilgilenmiştir. Kaplan grubundan FETÖ grubuna kadar bütün dinci cemaatler hep Almanya´da üslenmişlerdir. Bugün de bu grupların Almanya´da yuvalanmaları tesadüf değildir. Alman araştırmacı Peter Scholl-Latour´un güzel bir kitabı vardır; ?´Das Schlachtfeld der Zukunft: Zwischen Kaukasus und Pamir.´´ (Geleceğin Muharebe alanı: Kafkasya ve Pamir arası). (Peter Scholl-Latour, Goldmann Verlag, April 1998) (Peter Scholl-Latour 2014 yılında vefat etti. Yazarın ne bu kitabı ne de başka kitapları Türkiye´de yayınlanmadı.) Kitapta özetle diyordu ki yazar; ´´İran ve Afganistan´da dinci bir rejim türemiştir. Kafkasya ve Pamir arası ve Türkiye dâhil bölge ülkeleri tamamen İran ve Taliban cinsi dinci bir akımın etkisine girecektir.´´ Gerçekten de araştırmacının iddia ettiği gibi bu Taliban etkisi sadece Kafkasya ve Pamir arasında kalmamış Mısır dâhil tüm kuzey Afrika´yı ve Irak dâhil tüm Orta Doğu´yu kaplamıştır. İşte bu öngörü doğrultusunda Almanya biraz önce bahsettiğim gibi bu bölgelerdeki İran´dan, Suriye´ye, Tunus´a, Cazayir´e ve Fas´a kadar olan bölgede aşırı da olsa İslami gruplarla hep yakından ilgilenmiştir. Seksenli yıllarda büyük bir ekonomik sıçrama yapan Türkiye doksanlı yılların başında Ortadoğu´da bölgesel bir güç haline geldi. 1991 yılında Sovyetler Birliğinin dağılması ile kendileri ile dil, tarih ve kültür bağı bulunan Orta Asya Türk Cumhuriyetleri ile yakın ve derin ilişkiler tesis etti. Türkiye bu devletler için model, örnek bir devletti. Bu ise Orta Asya ve Kafkaslar´da Türkiye´nin ofensif bir dış politika izlemesi için başlangıç noktasını teşkil ediyordu. Ayrıca Türkiye bu bölgede bulunan petrol ve doğal gazın kendisi üzerinden Batıya sevk edilmesinin mücadelesini yapıyor ve umuyordu. Türkiye´nin insiyatifi ile 1992 yılında kurulan ?´Karadeniz Ekonomik İşbirliği Bölgesi´´ ile Türkiye eski komünist ülkelere model oluyordu. Bu şekilde Türkiye ?´Doğunun Brükseli´´ olarak gelişebilirdi. Ayrıca Türkiye kendisini etnik, tarihi ve dini nedenlerle Balkanlardaki Türk ve Müslüman azınlığın yasal koruyucu gücü olarak görmekteydi. Böylece etkisini geliştiren, bölgesinde güç olan Türkiye etrafını çevreleyen dönüşüm içerisindeki ülkeler arasında bir istikrar faktörü olarak duruyordu Sovyetler Birliği ve Yugoslavya dağılan devletler sınıfına ait olurken Türkiye Almanya ile beraber yükselen devletler olarak kabul ediliyordu. Bu arada Türkiye doksanlı yıllarda bazı politik problemler içindeydi. Türk parti sistemindeki merkez sağdaki ve merkez soldaki partilerin dağınıklıkları ve bunun neticesi koalisyonlardan oluşan güçlü olmayan hükümetler Türkiye´nin temel problemlerini çözmesini engelledi ve radikal politik akımların güçlenmesine sebebiyet verdi.