Osman Aydoğan


Ahmet Hâşim


Yüzünde hüzün neşidelerinin gizli gizli çığlık attığı, şiirlerinde musiki olan, kafiyelerin, aruz ölçüsünün, yalnızlıkların, melalin, akşamın, imge dünyasının, garipliğin, unutulmuşluğun ve en asil duyguların insanı ve Fecr-i Âti´nin muhteşem bir şairi vardı: Ahmet Hâşim? Ben bu sayfalarda Ahmet Hâşim´in şiirlerini anlattım? Hâşim´in muhteşem şiiri ?´O Belde´´ şiirini anlattım, yine bir başka güzel şiiri ?´Bir günün sonunda arzû´´ şiirini anlattım, Ahmet Hâşim´in Nâzım Hikmet ile olan atışmalarını anlattım? Hâşim´in ?´Parıltı´´ şiirinden alıntılar yaptım.... Ahmet Hâşim´in şiirlerine bu sayfamda bu kadar yer vermişken Ahmet Hâşim´i bu sayfamda anlatmasam olmazdı diye düşünüyorum? Ancaaaakkk?. Sizler de Hâşim gibi; ´´O Belde´´ de mübhem ve nâtamam bir âlem içindeyseniz eğer? Melali anlamayan nesle âşinâ değilseniz eğer? Yoksul, garip, mağmum, mahzun ve kavruk bu coğrafyada suya attığınız taş, hiç dalgalanmayan ve hiç ses vermeyen karanlık ve ıssız bir boşluksa eğer?. Gün ışığı yerine aydınlık diye aklımızı alan renkli camlardan bizlere süzülüp gelen ziyalardan muzdaripseniz eğer? Ve bu nedenlerle de siteminiz bir feryâd bir figân halinde çığlık çığlığa arş-ı âlâya yükseliyorsa eğer, bu yazımı okumanızı isterim? Ahmet Hâşim´i de bu yazımı da anlarsınız o zaman? Yoksa eğer, bu uzun, içi boş ve anlamsız yazıma dalıp da değerli zamanınızı ve bu güzel hafta sonunuzu ziyan etmeyesiniz derim? Çocukluğu ve gençlik yılları Ahmet Hâşim, 1884´te Bağdat´ta doğar. Çocukluğu Bağdat´ta geçer. Fizan Mutasarrıfı Arif Hikmet Bey´in oğludur... Çok zeki ve duyguludur. Çocukluğu, hassas yaradılışlı ve hasta bir anne ile katı bir baba arasında geçer. Alkolik olan babasının kötülüklerinden kaçmak için akşam ve gece vakitlerini annesiyle birlikte Dicle´nin kıyısında, ay ışığı altında, bir çift gölge gibi sessiz sessiz dolaşarak, yürüyerek geçirirler. 12 yaşında iken annesinin vefatıyla birlikte, en büyük dayanağını da yitiren bu çocuğun içine öksüzlük duygusu bir daha girmemecesine yerleşir. Ahmet Hâşim, annesinin ölümü üzerine babasıyla birlikte İstanbul´a gelir. Mektebe-i Sultani´de (Galatasaray Lisesi) yatılı okur. Ahmet Hâşim, muhtaç olduğu ilgiyi, yakın aile çevresinde göremediği gibi, on iki yaşından sonra gittiği Galatasaray Lisesi´nde de göremez. Yabancılık ve yalnızlık duygusu, arkadaşlarının ´´pis Arap´´ vb. alayları; öğretmeninden müstahdemine değin tamamen kendisine yabancı olan bir çevre, ondaki öksüzlük duygusunu büsbütün körükler. Şiir-i Kamer, Hilal-i Semen şiirleri, onun ruhundaki bu hazin boşluğu dile getirir. Bu nedenlerle çevresine güvenini yitiren Hâşim; sinirli, aksi ve kırıcıdır. Bu hâl aşklarına ve nişanlılarına da yansır.