Osman Aydoğan


Ahmet Hâşim (14)


Mübhem ve nâtamam bir âlem içindeydik? Yakup Kadri Karaosmanoğlu 1926 yılında Ahmet Hâşim´e yazdığı bir mektupta şöyle yazar: "Muassır Frenk şairlerinden biri de kendisi için: ´Ben suya taş atan adamım´ diyor; buradaki sudan maksat ammenin ruhu değil midir? Şair bir havuz kenarında eğlenen bir çocuk gibi, bu suya taşlar atıyor ve her taş, kendi sıklet ve cesametine göre birtakım halkalar açarak ve sesler çıkararak suyun dibine dalıyor. Ey Türk şairi! Senin taş attığın yer ise, hiç dalgalanmayan ve hiç ses vermeyen karanlık ve ıssız bir boşluktur." Yakup Kadri´nin sözünü ettiği "muassır frenk şairi" Henri de Regnier idi...Sonra da Haşim´e hitap ederek mektubunu, ?Senin taş attığın yer ise öyle bir kör kuyudur ki ne sana daireler çizer, ne de sana ses verir?diyerek karamsar bir iç çekişiyle bitirir. Yakup Kadri, Henri de Regnier´nin şair ve şiir tanımlamasından esinlenerek aslında Ahmet Hâşim´in kaderini anlatmıştı. Hâşim´in attığı taş kör bir kuyu idi ne yazık ki! Sadece Hâşim mi idi kör kuyulara taş atan. Bu toplumda hep öyle olmamış mıdır? Kör kuyullar gibi atılan taşlara karşı hep tepkisiz, hep sessiz, hep sedasız kalmamış mıdır? T.S. Eliot diye tanınan, ABD doğumlu İngiliz şair, oyun yazarı ve edebiyat eleştirmeni Thomas Stearns Eliot´un (1888 ? 1965) ?´ The Waste Land´´ (Çorak Ülke) isminde uzun bir şiiri vardı. Şiirde geçen bir dizeydi: ?´What are the roots that clutch, what branches grow / Out of this stony rubbish?´´ (Hangi kökler kavrar, hangi dallar büyür / Bu taş döküntüde?) Aynen öyleydi ey hüznün şairi: Hangi kökler kavrar, hangi dallar büyürdü bu taş döküntüde ki göle senin attığın taşlar hâle yapsındı? Nurullah Ataç yazı içinde bahsi geçen "Dergilerde" (Yapı Kredi Yayınları, 2012) adlı kitabında Hâşim için şöyle yazardı: "Talihsiz bir şairdi Ahmet Hâşim: Yaşadığı günlerde, şiirimize getirdiği yenilik yüzünden anlaşılmadı, öldükten sonra da dilinin eskiliği yüzünden anlaşılmıyor." Çünkü büyük şiirlerin medhalleri, tunç kanatlı müstahkem şehir kapıları gibi sımsıkı kapalıdır, her el o kanatları itemez ve o kapılar bazen asırlarca insanlara kapalı durur. İşte bu nedenle Nurullah Ataç aynı kitabında ?´İki yüzyıl sonra bugünkü edebiyatımızdan açarlarken ona ?´Ahmet Hâşim çağı´´ diyecekler" diye yazar?