Osman Aydoğan


ABD ile Kriz - 7


Gerçekten de araştırmacının iddia ettiği gibi bu Taliban etkisi sadece Kafkasya ve Pamir arasında kalmamış Mısır dâhil tüm kuzey Afrika´yı ve Irak dâhil tüm Orta Doğu´yu kaplamıştır. İşte bu öngörü doğrultusunda Almanya biraz önce bahsettiğim gibi bu bölgelerdeki İran´dan, Suriye´ye, Tunus´a, Cazayir´e ve Fas´a kadar olan bölgede, tabii ki Türkiye de dâhil ılımlı da olsa, aşırı da olsa İslami gruplarla hep yakından ilgilenmiştir. Seksenli yıllarda büyük bir ekonomik sıçrama yapan Türkiye doksanlı yılların başında Ortadoğu´da bölgesel bir güç haline geldi. 1991 yılında Sovyetler Birliğinin dağılması ile kendileri ile dil, tarih ve kültür bağı bulunan Orta Asya Türk Cumhuriyetleri ile yakın ve derin ilişkiler tesis etti. Türkiye bu devletler için model, örnek bir devletti. Bu ise Orta Asya ve Kafkaslar´da Türkiye´nin ofensif bir dış politika izlemesi için başlangıç noktasını teşkil ediyordu. Ayrıca Türkiye bu bölgede bulunan petrol ve doğal gazın kendisi üzerinden Batıya sevk edilmesinin mücadelesini yapıyor ve umuyordu. Türkiye´nin insiyatifi ile 1992 yılında kurulan ?´Karadeniz Ekonomik İşbirliği Bölgesi´´ ile Türkiye eski komünist ülkelere model oluyordu. Bu şekilde Türkiye ?´Doğunun Brükseli´´ olarak gelişebilirdi. Ayrıca Türkiye kendisini etnik, tarihi ve dini nedenlerle Balkanlardaki Türk ve Müslüman azınlığın yasal koruyucu gücü olarak görmekteydi. Böylece etkisini geliştiren, bölgesinde güç olan Türkiye etrafını çevreleyen dönüşüm içerisindeki ülkeler arasında bir istikrar faktörü olarak duruyordu. Sovyetler Birliği ve Yugoslavya dağılan devletler sınıfına ait olurken Türkiye Almanya ile beraber yükselen devletler olarak kabul ediliyordu. Bu arada Türkiye doksanlı yıllarda bazı politik problemler içindeydi. Türk parti sistemindeki merkez sağdaki ve merkez soldaki partilerin dağınıklıkları ve bunun neticesi koalisyonlardan oluşan güçlü olmayan hükümetler Türkiye´nin temel problemlerini çözmesini engelledi ve radikal politik akımların güçlenmesine sebebiyet verdi. Diğer bir yandan da Türkiye 1984 yılından beri yaklaşık 40 000 yurttaşının hayatına malolan bir PKK terör problemi ile beraber yaşıyordu. Bu problem ise hem Türk toplumuna ve hem de Türk ?Alman ilişkilerine sürekli artan bir yük getirmekteydi. Sovyetler Birliğinin dağılması Avrupa ile olan ilişkilerde Türkiye´nin yararına olmadı ve bu durum Avrupa ile olan ilişkilerde bir durgunluğa yol açtı. Kendisini Avrupa´lı bir devlet olarak tanımlayan Türkiye´ye karşı Sovyetler Birliği var olduğu sürece Avrupa´dan bir itiraz gelmedi. Aralık 1989 yılında Avrupa topluluğunun Türkiye´nin tam üyelik için yaptığı müracatına ret cevabını vermesi dış politika alanında Türkiye´de hayal kırıklığı yarattı. Maastricht anlaşması ise Türkiye´yi Avrupa´nın kenarında bir devlet haline getirdi. Doksanlı yıllar boyunca her iki ülke arasında ilişkilere zarar veren bitmeyen bir tartışma yürütüldü. Bütün politik sorunlar bu konu etrafında döndü. Bu problem PKK sorunu ve buna karşı Alman tavrı idi. İlişkileri belirleyen esas faktör ise Almanya´nın PKK´ya yönelik olan bakış açısı ve tavrı oldu. 1990´lı yıllarda Türkiye´nin Kuzey Irak´daki PKK üslerine karşı yaptığı harekât Almanya´da Türkiye´ye karşı beklenilmeyen sert bir reaksiyonun doğmasına yol açtı. O zamanki Alman dışişleri bakanı Genscher, dışişleri bakanlığı sözcüsü Hans Schumacher ve CDU milletvekili Ottfried Hennig Türkiye´ye karşı ağır suçlamalarda bulundular. Almanya somut bir reaksiyon olarak askerî yardıma ambargo koydu. Daha sonra bu ambargo kaldırılmışsa da bu, Almanya´nın Türkiye´ye karşı bir anlayış gösterdiğinden, yumuşadığından değil, bu meblağın Türkiye´deki Leopard tanklarını modernize edecek Alman firmalarına ödenecek olmasından kaynaklanıyordu. Sonraki PKK´ya karşı girişilen askerî harekâtlarda Alman silahları kullanıldığı gerekçesiyle Türkiye´ye karşı yine ambargo kondu. Bu şekilde Türkiye hiçbir Alman silahı alamayacaktı.